Bloglara erişim bir süre önce kapandığı için artık www.yildirimergezmece.com sayfasına taşındık.
Yeni sayfada görüşmek üzere....
21 Nisan 2011 Perşembe
1 Mart 2011 Salı
LISE YILLARINDAN
Bu bir seyahat blogu. Hep seyahatleri anlatıyorum. Ama dün gece gelen bir kayıp haberi o kadar üzdü ki beni, okul arkadaşımız, takım arkadaşım Orly Garti'yi kaybettik. Robert Kolej'de Lise Basketbol takımında birlikte top koşturduk, Türkiye Şampiyonalarına birlikte gittik. Istanbul'da hep şampiyondu takımımız zaten...
Koçumuz Mr Magart'tı. Bambaşka bir insandı...
Resimdekiler: Müge Göçek, Orly Garti, Zehra Peynircioğlu, Mr. Magart, Zeynep Tuluy, Emine Kır,
Feyha Çınarlı, ben, Tamar Atınc, Nihal, Fatoş Terzioğlu.
Bir Kırklareli seyahatimiz vardı ki, hala ara ara konu olur Fatoşla aramızda... Bu resimde Kırklarelin'de açılış seramonisinden. Şampiyonanın yapıldığı ile gidildiğinde, maçlardan önce katılan okullar yürüyüş yapar, şehir merkezinde toplanıp istiklal marşı söylerdik. Turnuva öyle başlardı.
Bir yıl da Manisa'ya gitmiştik Türkiye Şampiyonası için. Şeker fabrikası vardı galiba orada kalmıştık. Bazılarımızın sınavları vardı o tarihte, odalarımızda o sınavları vermiştik Koçumuza:)))
Adana'daki şampiyonada Ankara TED Kolejine kaybedip ikinci olmuştuk. Otelin altında bir pavyon vardı, maçların sonunda oraya gitmiştik. Hayatımızda ilk kez böyle bir şey yaşamıştık:)))) Otelin sahibi dolayısıyla pavyon sahibi, biz İstanbul'luyuz, Robert Kolejliyiz diye bize ihtimam gösterdiydi:))))
Koçumuz Mr Magart'tı. Bambaşka bir insandı...
Resimdekiler: Müge Göçek, Orly Garti, Zehra Peynircioğlu, Mr. Magart, Zeynep Tuluy, Emine Kır,
Feyha Çınarlı, ben, Tamar Atınc, Nihal, Fatoş Terzioğlu.
Bir Kırklareli seyahatimiz vardı ki, hala ara ara konu olur Fatoşla aramızda... Bu resimde Kırklarelin'de açılış seramonisinden. Şampiyonanın yapıldığı ile gidildiğinde, maçlardan önce katılan okullar yürüyüş yapar, şehir merkezinde toplanıp istiklal marşı söylerdik. Turnuva öyle başlardı.
Bir yıl da Manisa'ya gitmiştik Türkiye Şampiyonası için. Şeker fabrikası vardı galiba orada kalmıştık. Bazılarımızın sınavları vardı o tarihte, odalarımızda o sınavları vermiştik Koçumuza:)))
Adana'daki şampiyonada Ankara TED Kolejine kaybedip ikinci olmuştuk. Otelin altında bir pavyon vardı, maçların sonunda oraya gitmiştik. Hayatımızda ilk kez böyle bir şey yaşamıştık:)))) Otelin sahibi dolayısıyla pavyon sahibi, biz İstanbul'luyuz, Robert Kolejliyiz diye bize ihtimam gösterdiydi:))))
Tansı, Zeynep, Zehra, Orly, Feyha,??,
Ayşenur, Nihal, ??, Tamar
Bir de özel bir turnuva için Düsseldorf'a davet edilmiştik. Istanbul'dan Münih'e kadar otobüsle gitmiştik. Yılbaşı gecesini Maribor'da bir otelde kutlamıştık... Ne günlerdi yaa... Münih'ten de trenle Düsseldorf. O tren yolculuğu otobüsün üstüne fazla lüks gelmişti:)))) Güzel bir turnuvaydı, finalde kaybetmiştik.
İyi bir takımdık, iyi arkadaşlardık. Orly omuzlarını kaldıra kaldıra hakeme kafa tutardı... Mekanın cennet olsun... Seni unutmayacağız...
20 Şubat 2011 Pazar
ZEYNEP'IN MEZUNİYETİ
1999 yılında hemen depremin ertesi günü Washington State University de hazırlık yapmak üzere Zeynep eğitim için Amerika'ya gitti. Bir dönem WSU da okuduktan sonra universite eğitimi için kabul gelen okullardan NYIT (New York Institute of Technology) de iç mimarlık okumak üzere Ocak 2000'de de New York'a geçti. Bana göre güzel, keyifli ama gerçekten nasıl olduğunu ancak Zeynep'in cevaplayabileceği, 4 senenin sonunda 2004 Mayıs'ında mezun oldu...
Bunlar sınıf arkadaşları.Mezuniyet törenine benimle birlikte Seda Çakmak da geldi. Bizi böyle bir günde yalnız bırakmadı sağolsun. Bir anne için gurur verici bir gün...
Dört yıl NYIT'de okumasına olanak sağlayan en büyük kişilerden biri de antrenörü Gail Wasmus'tur.
Dört yıl atletik bursun üzerine, bir de master eğitimi süresince yardımcı antrenör olarak yanına aldı ve burs verdi Zeynep'e.
Demiştim ya Zeynep, Emine ve Burcu çok güzel bir dostluk kurdular orada diye. Mezuniyet töreninde yüzlerinden de görülüyor bu.
Seda ve ben bir hafta kadar kaldık Central Islip'te. Kızların kaldıkları binada, onların iki odalı apartlarında kaldık bizde. Bir odayı Sedayla ben, diğerini de Zeyneple Emine paylaştı. Aslında okulun yatakhanesi burası. Gençlerle birlikte olmak çok keyifliydi. Sedayla çok güldüğümüz zamanlar oldu. Çat kapı biri giriyor odaya, yol geçen hanı gibi:))))
Bu da güzel bir hatıra fotoğrafımız. Emine'nin ne yazık ki mezuniyet töreni olamadı. Aralık sonu mezun olmuştu, Mayıs'ta ki törene de gitmedi. Onu da böyle görmeyi çok isterdim açıkçası.
Riverhead'teki outlet center tabi ki bu sefer de ziyaret edildi.
Mayıs ayı olmasına rağmen çok sıcak bir hafta yaşadığımızı hatırlıyorum. Hele mezuniyet günü gerçekten dayanılmaz bir sıcak vardı.
18 Şubat 2011 Cuma
KIZLARIN SON MAÇLARI
Zeynep ve Emine NYIT'de voleybol bursu ile okudular. Burcu Hakyemez Dal da onlarla birlikte aynı okuldaydı. Dört sene üçü bir aradaydı ve de çok güzel bir arkadaşlıkları oldu.
Okul takımında o yıl kimin son senesiyse, son maçlarında jübile gibi bir tören yapıyorlar.
İlk jübileyi Zeynep yaptı. 2003 Ekim sonunda. Bu maç için Eşrefle birlikte New York'a gittik. Zeynep için çok önemliydi çünkü bana mezuniyetime gelemesen de bu maça gel lütfen demişti. Bana göre Long Island'ın en güzel zamanı sonbahar.
En doğusunda Şarap bağları var.
Bir de yol üzerinde bir köylü pazarı var. Yer gök balkabağı...
Hamptonları da ilk kez o zaman gezdik. Çok güzel yerler.
31 Ekim doğumgünüm. 2003, 2004 ve 2005 senelerinde üç sene kızlarımla orada kutladık yeni yaşımı. 31 Ekim aynı zamanda da Cadılar Bayramı:))) Benim neden o gün doğduğum belli oldu:))))
Her sene bunu da kutladık beraber. Eşref ve ben sadece ilk sene kostüm giydik, diğer senelerde sadece çocuklar giyiniyorlardı ve hep beraber hem doğum günü hem de Holloween yemeği yiyorduk.
Salonda ilk kez yabancı bir milli marş çalındı, o da Türk milli marşıydı. Maçlara Amerika Milli Marşı ile başlıyorlar ama bu kez kendi marşlarından sonra şimdi de Zeynep Yıldırımer'in ülkesinin milli marşını dinleyeceğiz diye anons yapınca hepimiz çok şaşırdık, bir o kadar da duygulandık.
2004 yılında bu sefer Burcu'nun son maçı için gittik Long Island'a. Tabi ki Filiz Hakyemez'le birlikte.
Zeynep o zamanlar Master yapıyordu ve takımın yardımcı antrenörüydü.
Long Island'ı Filizle gezdik.
Ağaçlar gene kırmızıydı...
Central Park girişinde sosislerimizi yerken.
Akşam üstü Soho'da içkilerimizi yudumlarken...
2005 yılında Emine'nin son maçı için ben yalnız gittim NY'a. Ama bir süpriz, Nergisle Neşet, Toronto'dan arabaya atlayıp haftasonunu bizimle geçirmeye geldiler.
Emine son maçında 1000.ci manşetini de alınca maç durdu, anonsu yapıldı ve imzalı bir top hediye edildi. O da topu bana getirdi... Kızlarımla ne kadar gururlansam azdır. Maçın başhakemi yanıma gelip, diğer kızınızın da son maçını ben idare etmiştim, her ikisi de çok iyi sporcular, sizi tebrik ederim demişti, bir anne başka ne ister, kızlarının başarısını duymanın dışında.
Okul takımında o yıl kimin son senesiyse, son maçlarında jübile gibi bir tören yapıyorlar.
İlk jübileyi Zeynep yaptı. 2003 Ekim sonunda. Bu maç için Eşrefle birlikte New York'a gittik. Zeynep için çok önemliydi çünkü bana mezuniyetime gelemesen de bu maça gel lütfen demişti. Bana göre Long Island'ın en güzel zamanı sonbahar.
En doğusunda Şarap bağları var.
Bir de yol üzerinde bir köylü pazarı var. Yer gök balkabağı...
Hamptonları da ilk kez o zaman gezdik. Çok güzel yerler.
31 Ekim doğumgünüm. 2003, 2004 ve 2005 senelerinde üç sene kızlarımla orada kutladık yeni yaşımı. 31 Ekim aynı zamanda da Cadılar Bayramı:))) Benim neden o gün doğduğum belli oldu:))))
Her sene bunu da kutladık beraber. Eşref ve ben sadece ilk sene kostüm giydik, diğer senelerde sadece çocuklar giyiniyorlardı ve hep beraber hem doğum günü hem de Holloween yemeği yiyorduk.
Salonda ilk kez yabancı bir milli marş çalındı, o da Türk milli marşıydı. Maçlara Amerika Milli Marşı ile başlıyorlar ama bu kez kendi marşlarından sonra şimdi de Zeynep Yıldırımer'in ülkesinin milli marşını dinleyeceğiz diye anons yapınca hepimiz çok şaşırdık, bir o kadar da duygulandık.
2004 yılında bu sefer Burcu'nun son maçı için gittik Long Island'a. Tabi ki Filiz Hakyemez'le birlikte.
Zeynep o zamanlar Master yapıyordu ve takımın yardımcı antrenörüydü.
Long Island'ı Filizle gezdik.
Ağaçlar gene kırmızıydı...
Central Park girişinde sosislerimizi yerken.
Akşam üstü Soho'da içkilerimizi yudumlarken...
2005 yılında Emine'nin son maçı için ben yalnız gittim NY'a. Ama bir süpriz, Nergisle Neşet, Toronto'dan arabaya atlayıp haftasonunu bizimle geçirmeye geldiler.
Emine son maçında 1000.ci manşetini de alınca maç durdu, anonsu yapıldı ve imzalı bir top hediye edildi. O da topu bana getirdi... Kızlarımla ne kadar gururlansam azdır. Maçın başhakemi yanıma gelip, diğer kızınızın da son maçını ben idare etmiştim, her ikisi de çok iyi sporcular, sizi tebrik ederim demişti, bir anne başka ne ister, kızlarının başarısını duymanın dışında.
17 Şubat 2011 Perşembe
2010 VİYANA
2010 Go Diamond Seminerinin bitiminde Pazar günü Budapeste'den trene binip Viyana'ya geçtik. Hemen hemen her saat tren var Budapeste Viyana arasında. Trenler gayet de rahat. Once araba kiralamayı düşündük ama gerçekten değmez.
Viyana rüya şehir gibi. Buraya da en son 6 yaşında falandım geldiğimde. Tek hatırladığım hayvanat bahçesiydi. Bu sefer de gittik hayvanat bahçesine...
Bazı yerleri hatırladım, küçüklük anılarım geldi akıma, duygulandım.
Oteli gene internetten ayırtmıştım ve gene şansımıza çok güzel bir otel çıktı. Pension Reidl, Georg Coch Platz'ta. O haşmetli Viyana binalarından birinin beşinci katında, on odası ve bir kahvaltı salonu olan küçük bir otel. Ama herşeyiyle ihtiyacımızı karşılıyordu.
Gezmediğimiz yer kalmadı gibi Viyana'da:))) hayvanat bahçesine giderken Schonbrun Sarayını da gezdik.
Viyana tatlıları ve kahvesi ile meşhur. Sokaklarda pastane vitrinlerine yapışıyorduk nerdeyse:)))
Ne yalan söylim, hepsinin hakkını verdik. Süper tatlılar yedik.
Yemek konusunda da şansımız yaver gitti. Bir kere şinitsel konusunda Viyana'nın en meşhur lokantası Figlmuller'e gittik. Ama şinitseller o kadar büyük ki bir tanesini Eşref'le paylaştık.
Otelimize yakın bir lokanta bulduk. İsmini neden not almamışım bilemiyorum. Bir yerlerde bir kartı olması lazım, bulunca yazarım ismini buraya gene. Çok lezzetli ve sunumu çok iyi bir lokantaydı. Ben gene her zamanki gibi kazciğeri istedim tabi. Üstüne de incirli bir tatlı. Eşref de değişik bir tane istedi.
Viyana rüya şehir gibi. Buraya da en son 6 yaşında falandım geldiğimde. Tek hatırladığım hayvanat bahçesiydi. Bu sefer de gittik hayvanat bahçesine...
Bazı yerleri hatırladım, küçüklük anılarım geldi akıma, duygulandım.
Oteli gene internetten ayırtmıştım ve gene şansımıza çok güzel bir otel çıktı. Pension Reidl, Georg Coch Platz'ta. O haşmetli Viyana binalarından birinin beşinci katında, on odası ve bir kahvaltı salonu olan küçük bir otel. Ama herşeyiyle ihtiyacımızı karşılıyordu.
Gezmediğimiz yer kalmadı gibi Viyana'da:))) hayvanat bahçesine giderken Schonbrun Sarayını da gezdik.
Viyana tatlıları ve kahvesi ile meşhur. Sokaklarda pastane vitrinlerine yapışıyorduk nerdeyse:)))
Ne yalan söylim, hepsinin hakkını verdik. Süper tatlılar yedik.
Yemek konusunda da şansımız yaver gitti. Bir kere şinitsel konusunda Viyana'nın en meşhur lokantası Figlmuller'e gittik. Ama şinitseller o kadar büyük ki bir tanesini Eşref'le paylaştık.
Otelimize yakın bir lokanta bulduk. İsmini neden not almamışım bilemiyorum. Bir yerlerde bir kartı olması lazım, bulunca yazarım ismini buraya gene. Çok lezzetli ve sunumu çok iyi bir lokantaydı. Ben gene her zamanki gibi kazciğeri istedim tabi. Üstüne de incirli bir tatlı. Eşref de değişik bir tane istedi.
Bir de ODC (Orlando di Castello) diye bir lokantaya gittik. Onun dekoruna bayıldım. Avusturyalı tasarımcı Denis Kosutic, Kraliçe Elizabet, 50 cent ve Tirolli bir kızdan esinlenerek yapmış burayı.
Bu lokantanın tam karşısındaki Bank Austria Kuntsforum'da Frida Kahlo sergisi vardı. İşte bu Viyana seyahatini çok daha anlamlı yaptı. Zaten çok beğendiğim bu ressamın bir çok eserini bir arada görmek büyük bir keyifti. Bugünlerde İstanbul'da da sergisi var ama Viyana'dakinin çok ufak bir bölümüymüş. Yine de bu sergiyi de gidip gezeceğim.
Freud'un evini de ziyaret ettik tabi ki. Derya çok istiyordu burayı görmeyi.
Bu da Freud'un meşhur seans koltuğu
Evin bahçe kapısının camları.
Kaldığımız otelin karşısındaki köprüden geçip Hundertwasser House'a geldik.
Çok neşeli binalar. İçinde oturuyor insanlar, hatta girişine yazı asmışlar, oturanların zilini çalıp içeriyi gezmek için talepte bulunmayın diye. Tam karşısında da hediyelik eşye satan dükkanlar var.
Tabi buradaki sokak lambaları yine dikkatimi çekti.
Museums Quartier başlı başına bir mahalle.
Bu muhteşem binaların ortasında bir avlu var ve Modern Sanatlar Müzesini de bu avluya yapmışlar.
Jean Michel Basquiat'nın sergisi vardı. Müzenin çıkışında da böyle bir heykel:))
Viyana Mozart'ın şehri. Ama sokaklarda Mozart kılığında dolaşan ve bilet satmaya çalışan adamları sevemedim.
Ben gene bir çiçekçi buldum tabi. Buralarda çiçekçileri gezmeyi çok seviyorum.
Şehrin alışveriş merkezlerinin olduğu bölgede sokağın ortasında bir pinokyo heykeli.
Votive kilisesinin müze bölümünde sergilenen bu kozalak saç fırçası olarak kullanılıyormuş zamanında:)))
Kısacası, çok güzel sergiler gezdik, çok güzel binalar, yerler gördük, çok güzel yemekler yedik, çok güzel kahveler içip tatlılar yedik. Viyana seyahati iyi geldi bize açıkçası. Bir kere de konser dinlemeye gidilir Viyana'ya.
16 Şubat 2011 Çarşamba
2010 GO DIAMOND, BUDAPESTE
Go Diamond semineri 2010 yılında Budapeşte'de idi. Çocukken annem ve babamla gitmiştim. 1971 veya 72. Çok istiyordum yeninden görmeyi Budapeşte'yi, seminer de olunca bir gün erken gidip, Seminerden sonra da Viyana'ya geçip seyahati biraz uzatmaya karar verdik.
23 Eylül de Eşref, ben ve Derya Vural'la birlikte Budapeşte'ye uçtuk. Matyas Otelde yer ayırtmıştık. Otel süper değil ama yeri çok iyiydi. Heryere ulaşabilme imkanımız vardı. Maricius 15 Ter. Beyaz köprünün ayağında.
İlk gece yemeğimizi otelin lokantasında yedik Seraj grubu olarak. Çigan müziği ve folklor gösterileri ile.
Fatoş ve Osman Ortaç'la birlikte... Ortaçlar bu yemeği ısmarladılar, gerçekten süper görünüyordu.
Budapeşte 70 li yıllarda nasılsa aynı:))) Istanbul gibi sürekli bir değişim içinde değil... Sokakların güzelliği, binalar, sanat herşey olağanüstü. Ama şehrin genelinde bir gri hava var. Viyana'da da aynı binalar var ama orası renkli mesela.
Bu bina Eyfel Kulesinin mimarı tarafından yapılmış. Vaci street in bitiminde. İçi yiyecek pazarı. Eşref bayıldı buraya tabi:))) Macaristan'da kırmızı biber ve kaz ciğeri meşhur. Hepsini bu pazardan aldık.
Burası Heroes' Square de Museum of Fine Arts. Yuvarlak bir meydan, etrafı heykellerle çevrili.
Tüm heykeller birbirinden güzel, hareket edeceklermiş gibi.
Müzede Botero sergisi vardı.
Müze girişi ve içi:
Bu müzenin tam karşısında çok enteresan binalar var. Ama benim gene en çok dikkatimi çeken ve bayıldıklarım sokak lambaları oldu.
Bu tarafta daha alçak binalar var. Bu köşe bina çok enteresandı.
Meydanda bir çeşme var. Derya serinlemeye çalışıyor.
Hemen yanında bir sokak çalgıcısı değişik bir müzik aleti çalıyordu. Güzel bir ses çıkıyordu.
Öğlen yemeğimizi burada yedik. Eski binaların arasından bir avluya çıktık ve çok güzel bir lokanta bulduk. Macar şarapları çok lezzetli. Yemeğimizi beklerken buz gibi beyaz şarabımızı yudumladık.
Burası Matthias Kilisesi. İnce ince işlenmiş bir bina. Yanında da bu dev heykel var. O da inanılmaz bir işçilik örneği.
23 Eylül de Eşref, ben ve Derya Vural'la birlikte Budapeşte'ye uçtuk. Matyas Otelde yer ayırtmıştık. Otel süper değil ama yeri çok iyiydi. Heryere ulaşabilme imkanımız vardı. Maricius 15 Ter. Beyaz köprünün ayağında.
İlk gece yemeğimizi otelin lokantasında yedik Seraj grubu olarak. Çigan müziği ve folklor gösterileri ile.
Fatoş ve Osman Ortaç'la birlikte... Ortaçlar bu yemeği ısmarladılar, gerçekten süper görünüyordu.
Budapeşte 70 li yıllarda nasılsa aynı:))) Istanbul gibi sürekli bir değişim içinde değil... Sokakların güzelliği, binalar, sanat herşey olağanüstü. Ama şehrin genelinde bir gri hava var. Viyana'da da aynı binalar var ama orası renkli mesela.
Bu bina Eyfel Kulesinin mimarı tarafından yapılmış. Vaci street in bitiminde. İçi yiyecek pazarı. Eşref bayıldı buraya tabi:))) Macaristan'da kırmızı biber ve kaz ciğeri meşhur. Hepsini bu pazardan aldık.
Burası Heroes' Square de Museum of Fine Arts. Yuvarlak bir meydan, etrafı heykellerle çevrili.
Tüm heykeller birbirinden güzel, hareket edeceklermiş gibi.
Müzede Botero sergisi vardı.
Müze girişi ve içi:
Bu müzenin tam karşısında çok enteresan binalar var. Ama benim gene en çok dikkatimi çeken ve bayıldıklarım sokak lambaları oldu.
Budapeste'deki favori mekanlarımızdan biri de Gerbaud Cafe idi. Bir kaç kez gittik bu kadar kısa zaman içinde. Ama gerçekten inanılmaz tatlar var orada. Bu resimde Nilüfer Mürselioğlu da bizle birlikte.
Bir de New York Cafe'yi görün demişlerdi. Görkemli bir bina olarak geçiyordu. Zaten eğer New York Cafe'ye gidecekseniz sadece binayı görmeye gidin. Biz öğlen yemeği için gittik ve hayal kırıklığına uğradık. Yemekler kötü değil ama hizmet hiç oraya yakıştıramayacağınız gibi.
Biz şehrin Peşte tarafında kalıyorduk. Biliyorsunuz Budapeşte, ortasından geçen Tuna Nehri ile Buda ve Peşte olarak ikiye ayrılıyor. Buda tarafına bir tur alarak gittik. Buda'dan Peşte'nin görünüşü:Bu tarafta daha alçak binalar var. Bu köşe bina çok enteresandı.
Meydanda bir çeşme var. Derya serinlemeye çalışıyor.
Hemen yanında bir sokak çalgıcısı değişik bir müzik aleti çalıyordu. Güzel bir ses çıkıyordu.
Öğlen yemeğimizi burada yedik. Eski binaların arasından bir avluya çıktık ve çok güzel bir lokanta bulduk. Macar şarapları çok lezzetli. Yemeğimizi beklerken buz gibi beyaz şarabımızı yudumladık.
Burası Matthias Kilisesi. İnce ince işlenmiş bir bina. Yanında da bu dev heykel var. O da inanılmaz bir işçilik örneği.
Budapeşte'ye gelmemizin esas nedeni tabi ki Go Diamond semineriydi. Çok güzel ve çok büyük bir kongre merkezi var Budapeste Sport Arena'da.
Bir çok liderin yanında tabi ki Jim Dornan ve Mitch Sala'yı bir kez daha dinledik.
Seminer Pazar günü öğlen biter bitmez, biz, Eşref, Derya ve ben trene atladığımız gibi doğru Viyana'ya. Viyana seyahati de bundan sonra:)))
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)